default-logo

Kendimizle Tanışmak

Zaman zaman kendimize dönüp bakıyor muyuz? Kendimizin farkında mıyız? En fazla tanıdığımızı zannettiğimiz kendimizi tanıyor muyuz?

Kişilere kendisiyle ilgili basit sorular sorduğumuzda bile “Hiç böyle düşünmemiştim, bilmiyorum.” diyor. Örneğin, “kendinizdeki 3 tane olumlu özelliği sayın” dediğimizde, kişilerin büyük bir kısmı bu 3 olumlu özelliği bulup sayamıyor. O kadar eleştirilerek büyütülmüşler ki… Yapılan eleştiriler kendi içlerinde o kadar yer etmiş ki kendilerini hep olumsuz özellikleriyle değerlendiriyorlar. Anne-baba ya da öğretmenler olarak çok yanlış yapıyoruz. Çocukları “eğitme” adına, onları eleştiri bombardımanına tutuyoruz. Diyelim çocuk, halk oyunları kursuna gitmiş, gösteriye katılmış, güzel bir program sergilemişler, daha sonra da fotoğraf çektirmişler. Veli, bütün olumlu tarafları görmezden geliyor ve diyor ki: “Bu fotoğrafta neden böyle güldün?” O kadar yapılan emek, çocuğun orada yaşadığı gurur göz ardı edilip, onlar görmezden gelinip böyle bir eleştiri gelebiliyor işte. Tabi o çocuk bir daha fotoğraf çekilirken gülümsemekten bile uzaklaşıyor. Yapılan eleştiriyle, çocuğun önüne bir duvar örülüveriyor birden.  Daha sonra nice nice duvarlar… Tam bir hapishane… İnsanın kendi kafasının içindeki hapishane… Daha sonra dışınızdaki duvarlar yıkılsa bile içinizdeki duvarlar yıkılmadıktan sonra neye yarar? En büyük hapishane insanın kendi kendine kurduğu hapishane değil mi? Kendi hapishanelerimizi kuruyoruz, sonra da buradan çıkılamayacağına inanıyoruz. Tam bir öğrenilmiş çaresizlik. Öğrenilmiş çaresizlikle ilgili şöyle bir deney yapılmış: ‘Pireleri almışlar, bir kavanozun içine yerleştirip kapağını da açık bırakmışlar. Bir süre sonra hepsi zıplayarak kaçmış. Bunu bir kaç kez tekrarladıktan sonra, bir kez de kapağı kapatmışlar. Pireler yine zıplayıp çıkmaya çalışmışlar ama her sefer kapağa çarpıp geri düşmüşler. Uzun bir süre sonra kapak açılsa da, pirelerin zıplamasına rağmen dışarı çıkamadıkları görülmüş. Çünkü artık pireler kapak seviyesini geçecek kadar zıplamayı beceremiyorlarmış. Artık kapağı kapamaya gerek kalmamış, çünkü açık da olsa pireler kaçmayı başaramıyorlarmış…” İnsanlarda da durum aynı… Bebeklikten itibaren,  bir çocuğun olumlu tarafları görülmeden, yalnız eleştirilerle büyütüldüğünde, kişi kendi potansiyelinin farkına varamıyor. Yapabileceklerinin farkına varmıyor. Herhangi bir şeyi yapabileceğine inanmadığı için yapmayı denemekten kaçınıyor. Başkalarını resim yaparken gördüğünde ben yapamam ki diyor. Öğrenmeyi deneyip denemedikleri sorulduğunda, denemediklerini söylüyorlar. İnsan öğrenmeyi denemediği bir şeyi nasıl ben yapamam der ki? Nasıl ki araba kullanmayı önceden bilmiyorduk ama kursa gittikten ve çeşitli tekrarları yaptıktan sonra araba kullanmayı öğrendiysek, resim çizmek de öğrenilebilir, müzik aleti çalmak da öğrenilebilir, dans etmek de… Yeter ki biz isteyelim ve bir çok tekrar yapalım. Bizim resim yaparken gördüğümüz bir ressam ya da müzik aleti çalan bir müzisyen o duruma gelebilmek için yıllarını vermiş. Eğer isterse başka birisi de öğrenmeye başladıktan sonra çeşitli tekrarlarla kendisini geliştirebilir. Yeter ki kendi beyninin içindeki sınırları kaldırsın.

Çocuklar çeşitli eleştirilerle büyüdükten sonra, çevresinden görerek öğrendikleri davranışları kendileri  de sergilemeye başlıyorlar. Bunlar böyle zincirleme devam ediyor. Ta ki kişi kendi farkındalık yaşayana kadar.  Kendimize dönüp bakmıyoruz ki farkında olalım. Kendisi farkındalık yaşadığında bugüne kadar otomatik olarak yaptığı davranışları görüyor ve sorumluluk almaya başlıyor. Fark etmediği müddetçe değişmesi gereken bir davranışı olduğunu bile bilmiyor ki. Fark ettikten sonra arayış içine giriyor düzeltilmesi gereken davranışı düzeltmeye çalışıyor. Nasıl ki saçımız başımız bozulduğunda bunu fark etmemiz için aynaya bakmamız gerekiyor. Bunun gibi içi dünyamızı fark etmemiz için de başka bir aynaya ihtiyaç var. Sanat da burada devreye girip bizim iç dünyamıza ayna oluveriyor işte.

Dans ederken hem karşımızdaki kişinin hareketlerinin farkındayızdır, hem kendi hareketlerimizin… Hayat da bir bakıma dans etmek gibidir. Kendimizin farkında olduğumuz kadar çevremizin de farkında olmalıyız. Yalnız çevremizin farkında olup kendimizin farkında olmazsak kaybolup gideriz, her gelen akıntı bizi başka bir yöne götürür. Yalnız yalnız kendimizin farkında olup diğerlerini göz ardı edersek toplumla uyumsuz bir kişi oluruz. Bunlar birbiriyle denge içinde olmalı.

Biz kendimizin farkında olursak, ancak o zaman bir birey olarak var olabiliriz. Diğer türlü biz kendimizi var etmemişiz ki diğer insanlar bizi var etsinler; bizi görsünler, bizim farkımızda olsunlar.

Yunus Emre der ki: İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsin . Ya nice okumaktır.

Gülpembe Yakın

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

About the Author

Leave a Reply

*

captcha *